Dün Ata’mızın 81’inci ölüm yıldönümü sebebiyle Büyük Atatürk’ü derin bir hasret içinde sevgiyle, saygıyla andık.

Atatürkçü eksenden kayılmasının, ülkemizdeki tüm olumsuzlukların sebebi olduğunu ve uzaklaştıkça dağılan, her anlamda ayrışan bir toplum haline doğru sürüklenmenin kaçınılmaz olduğunu idrak ediyoruz.

Uzun süredir, Atatürk’ü ve Atatürk devrimlerini yok saymak için her türlü kötülüğün, yapılması sonucu hemen her alanda patinaj yapan bir ülke haline geldik.

29 Ekimlerde hasta olan devlet Erkanlarımız neyse ki son zamanlarda pek hastalanmıyorlar.

Dünyanın hiçbir yerinde yüce kurtarıcısına yapılan bu denli nankörlüklere tanık olunmuyor ki Ata’ya saygı yılın bir günü onu anmak için düzenlenen organizasyonlara katılmakla olmuyor.

Atatürk’ü anlamak onun fikirlerini çok iyi bilerek tatbik etmekten geçer.

Gazi Mustafa Kemal, gerek savaş yılarında, gerekse savaş sonu yıllarında gücünü milletten alan temeller üzerine bina etti Türkiye’yi.

T.B.M.M. savaş yıllarında açılması ve “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” söylemi bunun ifadesidir.

Atatürk’ü zamanın liderlerinden ayıran fark, onun millet hakimiyetine dayanan temel felsefesidir.

Onun gösterdiği istikamette son yıllarda yapılan reformlar, bizi olduğumuz yerden alıp muasır medeniyet seviyesine ulaşma yolunda daha ilerilere taşımıştır.

Zamanın ilerleyişi ve teknolojinin gelişen destekleriyle bu Atatürk İlke ve İnkılaplarını daha da ileriye taşıyacağımıza; geriye gidiyoruz. Nasıl bir ülke haline geldik biz?

Bu ülkede;

‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ lâfı bir safsatadır.’

‘Türk yok, Türkiyelilik var. Esas olan ümmetçiliktir.’

‘10 Kasım’da Anıtkabir’e gidip saygı duruşunda bulunmak bizim için en büyük azaptır’ gibisinden lâflarla saygısızlıkta tavan yapanlar oldu. Hadsizce..!

Atatürk’ün heykellerini kırdılar, anısına dil uzattılar.

Atatürk’ü horlamak, sıradan bir adam göstermek için filmler çevrildi, kitaplar yayınlatıldı.

Atatürk ismi ve ilkelerini silmek, özellikle ülkeyi Atatürkçü eksenden saptırmak, şeriat sevdalılarının temel amaçları arasında yer aldı.

Dünyanın hiçbir yerinde ülkesini yoktan var ettiği yüce kurtarıcısına karşı bu denli hainlik ve nankörlüklere tanık olunmuyor!

Tüm dünya ülkelerindeki aydınlar ‘aydınlığı, ilericiliği’ simgeler. Bizim aydınlarımız ise ‘karanlığın, ilkelliğin amigosu’ oluyorlar.

Öyle ki, tüm bunlara ulusça, özellikle Atatürk’ün laik Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Türk gençliği tarafından hadleri bildirilir.

Atatürk ilke ve devrimleri bu milletin temelidir.

Türk milleti onu 81 yıl önce kaybetti. Fakat o ruhuyla, devrimleriyle, ilerici fikirleriyle hala yaşıyor ve yaşamaya devam edecek.

Eğer bu ülke tekrar 1920’li yılların şartlarına dönerse, milletimizi kurtaracak ikinci bir Atatürk bulamayız. Onun düşünce ve fikirlerine sahip çıkalım. Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmazsak, dünyanın ileri, en güçlü ülkeleri arasında yer almamız kolaylaşır.

Atatürk olsaydı dış güçlerden ülkesiyle alay ettirecek bir mektup almazdık, Çanakkale ruhuyla haddini gerek er meydanında gerekse bürokratik yollarla bildirirdik.

Halkımız artık bunları görmeli ve yıllardır kendisini uyutan narkozdan kurtulmalıdır.

Atatürk’ün 12 Ocak 1914 de Madam Cronin’e yazmış olduğu mektuptan :

Benim İhtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatmini ile ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç huzurunu verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım…

Var mı şimdi başka söze hacet? Bence yok..!

Sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. 1881-193∞

Sevgilerimle, hoşçakalın.