Son atlama emrine çok kısa bir süre kalmıştı. Etrafına baktı. Kimi dua ediyor, kimi sevdiğinin fotoğrafıyla konuşuyor, kimi de onun gibi etrafı seyrediyordu. Uçağın arka kargo kapısı açıldı ve atlama emri verildi. Sırası gelen paraşütüyle uçaktan atlıyordu. Bir düzen, bir sıra içerisinde. Atlarken bile disiplin bozulmuyordu. İneceği yere yukarıdan baktı. Büyük bir ışık süzmesi vardı. Işıklar bir sağa bir sola gidiyordu. Bazı yerlerde bombalar patlıyor ve etraf aydınlanıyordu. Yerdeki çatışmayı izlerken bir anda kafasında sorular canlandı. ‘’Neden buradaydı?’’, ‘’Burada olmak için ne yapmıştı?’’ gibi sorulara dalmışken, takım liderinin bağırmasıyla kendine geldi. Aslında ona bağırmıyordu, takımın moralini yükseltecek bir konuşma yapmaya çalışıyordu. Havada o ses ne kadar duyuluyordu orası da ayrı ama konuşmanın bazı yerlerini duyabiliyordu.

Ayağı toprakla buluşur buluşmaz hemen kendini siperin içerisine attı. Atar atmaz yüksek bir sesle bomba patladı. Hava bir anda aydınlandı. İmkânı olsa saklanmak için kafasını ve bedenini toprağın içine sokacaktı. Çok korkmuştu ama artık yapacak bir şeyi yoktu. Silahını siperin üst kısmına dayadı, kafasını eğip, ateş etmeye başladı. Şarjörü bitince silahı geri çekti ve sipere eğildi. O sırada düşünmeye başladı. Acaba ateşi boşa mı gitmişti yoksa birilerini vurmuş muydu? Şarjörünü değiştirirken gözüne sıhhiyecilerin sedye üzerinde taşıdığı yaralı bir asker takıldı. Ayağı kanlar içinde, bilincini kaybetmiş bir askerdi. Morali bozuldu. Neden savaşıyorlardı? Neden buradalardı? Karşısında ona ateş eden de bir insandı. Belki aynı masada otursalar gülecekler, eğlenecekler, sohbet edeceklerdi ama birbirlerini hiç tanımadıkları halde birbirlerini öldürmeye çalışıyorlardı. Tekrar silahını sipere dayayıp, bakmadan ateş etmeye başladı. Şarjörü bitene kadar, delice, nişan almadan ve anlamsızca.

Sabaha karşı silah sesleri sustu, sanki sözsüz, kâğıtsız bir anlaşma olmuş gibi iki taraftan da ses çıkmıyordu. Bir dilim ekmek bir dilim adına peynir denen beyaz, kâğıt gibi tadı olan bir şey verdiler ve onu yemeye başladı. Karnının acıktığının farkına ekmeği ısırdığında vardı. Ne kadar ilginçti. Normal zamanda unutamayacağı bir şeyi unutmak. Sahi, savaşlar neden vardı? Siyasetçiler birbirlerine neden savaş ilan ederlerdi? Savaş olacaksa siyaset ve siyasetçiler neden vardı? Savaşsız bir dünya mümkün müydü? Bu soruların cevabı onu aşıyordu. Umutsuz bir şekilde derin bir nefes çekti ve silahını tekrar sipere dayayarak birkaç saattir süregelen sessizliği bozdu. Ateş etti, etti... Ta ki bir kurşun onu susturana kadar.