Yok, yazımda, ezanı erken okuyan ve yarıda keserek bir süre sonra yeniden okuyan İmam için olumsuz tek söz etmem, edemem.

Tam tersine, İmam Efendiye mi, Gazetemizdeki habere O minare şerefesine çıkmış ezan okuyan Hoca Efendi fotoğrafı koyan arkadaşlarıma mı teşekkür etmem gerekir onu soracağım: -)

Çünkü;

                                                                   *

Bugünün çocukları minare şerefesine çıkarak ezan okuyan Hoca pek göremez. Belki kimi kıyıda köşedeki köylerde minareye çıkan istisnalar hala vardır.

Biz O şansı çok yakaladık. Ki; Bilal-ı Habeşi’yi de öğrendik. Bugünün çocuklarına, “ Bilal-ı Habeşi kimdir?” diye sorsak genelde doğru cevap çıkması zordur.

Bilal-ı Habeşi, İslamiyet’i ilk kabul eden ve bunu açıkça da duyuran ilk yedi kişiden biridir. Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in isteği üzerine de, Ezanı ilk okuyan Müslüman da Bilal-ı Habeşi’dir.

Tabii, O devirde henüz cami ve minare-şerefe yok. Bilal-ı Habeşi ezanı yüksekçe bir yere çıkarak duyururmuş.

                                                                 *

Türkiye Cumhuriyeti bize, “ Bilal-ı Habeşi filmini 1955-56’lı yıllarında izletti!” desem bugün belki, “ Hadi ordan!” diyenler çıkabilir. Oysa, Cumhuriyet Türkiyesi İslamiyet’i bizlere doğru ve özlü anlatmak için her şeyi yapmıştı.

Ezanı ilk okuyan İslam, Bilal-ı Habeşi filmi vizyona girdiği günlerde yer yerinden oynamıştı. Adana’da, okullar izlesinler diye film haftalarca oynatılmıştı.

Ki; Kur’an Kursu’na yollamak yaz tatillerinde ailelerimizin göreviydi.

Her hafta, Hz. Muhammed’in yaşamını ve savaşlarını anlatan cep kitapları çıkardı. Mahalle arkadaşlarıyla sokak lambaları dibinde toplaşır; birisi kitabı okurken, diğerleri tek cümle kaçırmazdı.

Hz. Ebubekir’in devlet adamlığını, Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Ali’nin kılıcını O cep kitaplarından defalarca okumuştuk.

                                                                       *

Dönelim Akyazı Baraka Camii haberinde, Gazetemiz Bizim Sakarya’da yer alan haber fotoğrafına: -) Önce görüntüye göre ne düşündüğümü yazayım.

Şerefede, ezanı olabildiğince uzağa duyurmak amacıyla, bir eli şakağında tüm şerefeyi dönerek ezan okuyan Hoca görüntüsü bana çok şey anlatıyordu.

Biz küçükken de bu ülkede hemen her yerde ezan sesi duyulabilecek kadar yakında cami vardı. Bugün çok daha fazla camimiz var. Ama, minareye çıkıp okunan ezan yok gibi bir şey. Peki ne var?

Gazetemizdeki fotoğraftaki gibi bir görüntü var; ama, Hoca Efendiler yok. Bizim fotoda da Hoca sanki ezanı elindeki dev bir hoparlörden okuyor gibi. Oysa, şerefede el şakakta. İşi bozan O hoparlörler zaten.

                                                                   *

İstanbul Kadıköy’de, Hasanpaşa Camii vardır. Minaresi küçük, ama şerefesi dahil inci gibi motiflerle işlenmiş. Bir tek kusuru vardı O sanat zarafetini bozan, hayret sayıda hoparlör…

Hoparlörlerin görüntü bozukluğunu ve zarafeti geçtim. Seslerin son yıllarda sonuna kadar açılması sağlık açısından denetleniyor mu bilmem?

Caminin 5 metre yanında da, 200-500 metre ötesinde de insanlar yaşar. Ezanı duymamak imkansız. Onca yaşlımız, hastamız ve hatta çocuklar sağlık yönünden düşünülür mü acaba? Evimden buradaki 4 camide okunan ezan rahatça duyulur. Peki O ses yüksekliği neden o zaman?

                                                                  *

Yazımın özü; minare şerefesine çıkıp ezan okuyan Hoca Efendi görüntüsü içindi. Eğer O fotoğraftaki O Hocamız ise, Hocamıza teşekkür ederim. Müftülük soruşturması ne der bilmem?

Müftülük, ses yüksekliği-desibelin yarattığı sağlık sakıncalarını bilim adamları ile soruşturur mu, bekleyip onu da görelim.