Doğup büyüdüğüm şehrin sokaklarında bir gün korkarak dolaşacağım aklımın ucundan bile geçemezdi. Ama bugün tüm Sakarya’nın önünde itiraf ederim.

    Büyükşehir Belediyesi’ni merkez aldım. 300-500 metrelik bir çember çizdim. O çember içinde kalan her sokakta gündüz bile korkuyla gezdim.  

   Gazetemiz Bizim Sakarya’da, Soru Yağmuru’na konuk olan Sakarya’yı Yöneten en üst düzey yetkililere bu durumu iletildi. Değişen tek şey yok gibi? 

     Biraz açayım:

                                                                ***

   Cuma günü gazetemizden Atatürk Parkı’na doğru yürüdüm. Işıklardan SBB Polikliniği’ne doğru döndüm. Buraya kadar pek Türkçe konuşana rastlamadım.

   Sabiha Hanım İlkokulu ile Garanti Bankası arasındaki sokağa girdim. Abartılı bir ürküntü başladı. Her köşede ikili, üçlü ve daha kalabalık guruplar dikiliyordu.

   Kız Meslek Lisesi’nden Atatürk Bulvarı’na çıkan bütün ara sokaklara daldım. Yok böyle bir Adapazarı ! Çayhaneler, kahveler, mekanlar Arapça tabelalı…

   Yemin ederim, 20-35 yaşa arasındaki, taş gibi fiziğe sahip adamlar şehrimde beni korkuttu. Bağıra çağıra, kavga eder gibi, pervasız konuşmaları bile ürküttü.

                                                                  ***       

    Bu Şehir Manzaraları Soru Yağmuru’nda aktarılırken, sanki şehir sadece geceleri garip bir tehdit altında gibi oluyordu. Hayır, artık gündüz bile öyle.

   Hemen aklıma ilk gelen,” İçimizde bu işten büyük maddi menfaat yaratanlar vardır. Onların önü kolay açılmamalı.” diye düşünmek oldu. Çok geç olmasın?

    “ Öyle, böyle?” her işi yaptırabileceğin bir dolu eleman var orda. İstediğin kirayı alabileceğin müşteri de çok. Çünkü, bir evde, mekanda 15-20 kişi olabilir.

    Kadın-kız, şehrinin sokaklarından gece-gündüz huzur ve güven içinde bence artık zor gezer. Adapazarı merkezinde onun için mi artık şehirli yok?

   Orada çocuklarımızın okulları var. Hiç kimse, ama hiç kimse;“ Biz her şeyi biliyoruz. Korkmayın her şey kontrol altında!” da demesin. İpin ucu kaçıyor gibi.          

   Siyaset şehir güvenliğini bilmez. Konuyu işi bilene bırakmakta asla işine gelmez. Huzur ve Güvenlik işi bilene bırakılmalı. Çağdaş çözümleri Onlar bilecek.

   Siyasete düşen görev: komşu ülkelerin huzurlu yaşanır hale gelmesini sağlayacak politikalar geliştirmektir.

     Ülke ve şehirlerinin imarlarına katkı vermek; mültecileri huzurlu yaşanabilen  evlerine-ülkelerine en kısa zamanda göndermek insanlık görevimizidir.

   Türkiye’de bu kaygıyı tüm şehirler yaşıyor. Siyaset hariç, tüm ülke gergin.                                  

                                        ÜRKÜTÜCÜ MANZARALAR ?

   Mültecilik insanlık ayıbıdır. Buna karşın insanoğlu yüzyıllardır bu ayıbı hiç utanmadan ve hemen dünyanın her köşesinde yaşamıştır, yaşıyor.

    Bizdeki durum biraz farklı gelişmeye başladı. İçimizde, mülteci ayıbını fırsata çeviren büyük bir kitle oluştu. Her geçen gün de O kitle genişliyor.

    Çok önemli bir uyarı da; mültecilerin bu konuda aşılanması. Mültecilerin Çeteleşmesi başlarsa, önünü almak çok zor. Ki, artık fark edilmesi şart gibi.

                                                                ***

    Nice zamandır farkındayım da, cuma günü artık ürktüm. Yazın Donatım Parkta ( KENT PARK ) genç Suriyelilerin guruplar halinde gezdiğini görürdüm.

    Şimdi şehrin her yerindeler ve İŞ mekanları da çok. Çarşılardaki çay ocaklarının askıcıları bile sanki hep Onların gençlerinden seçiliyor?

   Adres veya birisini soracaksan Onlar en iyi bilenlerdir. Hemen her kapıya, mekana en çok, en kolay Onlar girerler. Çünkü Onlara güveniriz.

   Böyle, çok kalabalık ve hepimize yabancı bir şehir olduk! Bunu biz yaptık, biz düzeltmeliyiz. Şehri ısrarla dolaşın, gözlem yapın ve ilgililere ulaşın.

                                                                 ***

   Cuma günü şehrimin ara sokaklarında soğuk ve yağmurlu bir havada dolaştım. Üşüyordum; oysa sıkı da giyimliydim. Bir şey daha çok dikkatimi çekti?

    “ Bu değirmenin suyu nereden?” diye sormak bazen doğrudur. Ben de sorarım. Yeter ki, işin içinde haset fesat olmasın.

   Gördüğüm mültecilerin bir teki benden daha kötü, demode giyinmiyordu. Faça düzgün; hepsinin elinde ayakkabı kadar cillop cep telefonu; ama hepsinde?

   Vıdı vıdı konuşmaları hiç bitmiyor. Şu da çok açık ki, çalışan üreten bir Allah Kulu yok? İşte o zaman, “ Değirmenin suyu nerden? Kimlerden?” diyorsun.

   Şehrimi-Şehirlimi; huzur, güveni ve Çocuklarımızın Geleceğini arıyorum. Siyasetin ( tümünün )tek derdi; kendi bekalarıdır… Onları da uyandıralım!